Geçmişten Günümüze

TÜRK – ERMENİ İLİŞKİLERİ


1064 ÖNCESİ TÜRK – ERMENİ İLİŞKİLERİ
Her ne kadar Türklerin bir kısmı 1064-1070’le başlayan süreçle birlikte Anadolu’ya Müslüman Türkler olarak girmişlerse de bölgeye Türk göçü 1064’ten çok önceleri, Proto Türk realitesi bir tarafa, takriben 500 yıl  önce başlamış ve o tarihlerde Anadolu’ya gelen Türkler, İslamiyet’e Anadolu İslam’la tanıştığında girmeye başlamışlardır. Hal böyle olunca, İslamiyet’e giriş tarihine kadarki süreçte bir kısım Türkler, doğal olarak dönemin tek tanrılı dinlerinden Museviliğe ve İseviliğe de girmişlerdir. Hıristiyan Türklerin bir kısmı zamanla Hıristiyan Cemaatları içerisinde yeni kimlikler edinirken belirli bir kısmı da Ermenilerin mensup olduğu mezheplere ve bu arada Gregoryenliğe de girmişlerdir. Her iki toplumun kimlik belirleme dönemlerindeki ilk temasları, Anadolu coğrafyasında muhtemelen bu dönemde olmuştur. Giderek Ermeni adını alan Gregoryen inançlı Hayk kavmi ile Kıpçak Türklerinin temasları ise, aynı tarihlerde Kafkasya’da olmuştur. Kıpçak Türklerinin tarihi coğrafyaları bugünkü Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve Kuzeydoğu Anadolu’nun bir kısmını kapsamakta idi. Kıpçak Türkleri, Anadolu ve Azerbaycan’da Oğuzlarla birleşerek İslamlaşırken, Gürcistan ve Ermenistan’dakiler Gürcü ve Ermeniler içerisinde büyük ölçüde erimişlerdir.

1064 – 1878 TÜRK – ERMENİ İLİŞKİLERİ
Daha önce Roma ve Bizans toprakları ve hakimiyeti altında yaşayan Ermeniler, Türklerin Anadolu’da hegemon güç olmasıyla birlikte, Selçuklu ve Osmanlı toprakları üzerinde ve onların hakimiyeti altında varlıklarını devam ettirmişlerdir. Hatta Müslüman Türklerin Anadolu’yu fethinde Türklere yardımcı olmuşlardır. Bu dönemde Türklerle Ermeniler iç içe, yan yana ve birlikte dostça yaşamışlardır. Ermeniler, Türk kültüründen etkilenmişler ve kendi istekleriyle Türkçe konuşmaya başlamışlardır.
Bizans hakimiyeti altında Ermeniler büyük zorluklar çekmişlerdir. Gerçekte Bizanslılar, Gregoryen olan Ermenilere karşı mezhepleri yüzünden antipati beslemekteydiler. Ancak düşmanlıklarının kaynağında Ermenilerin kendilerine karşı olan ihanetleri vardı . Bu yüzden Bizanslılar, uzunca bir süre Ermenilere kin ve nefretle bakmışlar ve onlar aleyhinde olmuşlardır. Bu durum Ermenilerin Selçuklu hakimiyetine girmelerine kadar sürmüştür. Burada şu iddia edilebilir ki, eğer Ermeniler Selçuklu hakimiyetine girmemiş olsalardı dinlerini ve kültürlerini koruyamamış, doğal olarak da bugünlere gelememiş olacaklardı. Zira, IV. yüzyılda Bizans döneminde Ermenilerin ana dili yasak edilmiş, ruhanî reislerinin millet üzerindeki haklarını tanınmamış özellikle de 452 Chalcedoine (Kadıköy) meclisi toplantısından sonra Bizanslılar, Ermenilerin inançlarındaki aykırılıkları sökmek, kilisenin etkilerini, milliyet hislerini ortadan kaldırmak için sürgün etmişler ve Bizans’ın daimi politikası olarak Ermenileri daima bulundukları bölgenin dışına çıkarmışlardır.

Türk-İslam felsefesinin gayrimüslimlere yaklaşımı hoşgörü çerçevesi içerisinde gerçekleşmiştir. Türkler, fethettikleri bölgelerdeki gayrimüslim halk ile onların hak ve hukukunu güvence altına alan zimmet” adı verilen bir anlaşma yapmış ve bu halka da zımmî  adını vermiştir.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşu, gelişmesi ve özellikle İstanbul’un fethi sonucu Bizans’ın yıkılmasıyla Ermeniler için tarihlerinin hiçbir döneminde yaşamadıkları yeni bir çağ açılmış, üzerlerindeki dinsel, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel her türlü baskı kalkmış, böylece barış, güven, huzur ve refah dönemi başlamıştır.
Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti Türk kökenli, İslamî yapıya sahip ve çok uluslu bir devlettir. Bu çok uluslu yapı içerisinde Türkler kadar, diğer uluslara da yer vardır. Nitekim, ilk Osmanlı padişahı Osman Bey, Ermenilerin Bizans’ın zulmünden korunmaları için Anadolu’da ayrı bir toplum olarak örgütlenmelerine izin vermiş ve Batı Anadolu’daki ilk Ermeni dinî merkezi Kütahya’da kurulmuştur. Bursa’nın alınarak başkent yapılması üzerine bu dinî merkez Kütahya’dan Bursa’ya taşınmış, daha sonra Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle Bursa’daki Ermeni dinî lideri Hovakim 1461 ‘de İstanbul’a getirilmiş, Fatih’in fermanı ile de İstanbul’da bir Ermeni Patrikhanesi kurulmuştur. Bu gelişmeden hemen sonra İran, Kafkasya, Balkanlar, Kırım, Doğu ve Orta Anadolu’dan İstanbul’a Ermeni göçleri başlamıştır. Böylece Osmanlı İmparatorluğu, Ermeniler için bir çekim merkezi haline gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Osmanlı yönetiminin Ermenilere karşı bu tutumu, Ermeni toplumu ve kilisesinin yaşamasına ve gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur. Hatta denilebilir ki, Osmanlı Devleti’nin ve  kilisesi de dahil olmak üzere- Ermeni toplumunun gelişmesi paralel bir şekilde olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu Gregoryen Ermenileri “millet” adı altında örgütlemiş ve onları kendi dinî liderlerinin yönetimine bırakmıştır. Fatih Sultan Mehmet, Ermeni Patrikhanesini kuran fermanında, Patriğin, imparatorlukta yaşayan bütün Ermenilerin hem ruhanî hem de cismanî lideri olduğunu hükme bağlamıştır.
Ermenilere, din, kültür, eğitim ve hayır işlerini yürütebilmeleri için gerekli malî olanaklara kavuşabilmeleri bakımından vakıf kurma imkanı da tanınmış, hatta kendi mali güçlerinin yetmemesi halinde Osmanlı yönetimi yardımda bulunmuş, Patrikhanenin eksiklerini tamamlamış, Ermeni kurumlarına mali destek sağlamıştır.
Ermeni toplumu kendisine tanınan hak ve ayrıcalıkları başarıyla kullanarak hızla gelişmiş ve refaha kavuşmuş, ayrıca Türk-Osmanlı kültür, yaşam tarzı ve yönetim biçimini de benimseyerek kısa süre içerisinde Osmanlı yönetiminin güvenini kazanmıştır. Bu güven sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir.
Osmanlı tarihi, Ermenilerden 29 Paşa, 22 Bakan, 33 Milletvekili, 7 Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite Öğretim Üyesi, ve 41 yüksek rütbeli memur kaydetmektedir. Ermenilerin yapmış olduğu bakanlıklar arasında Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanlıkları gibi son derece önemli ve kilit mevkiler olmuştur. Böylece, Ermeniler, Türkler başta olmak üzere, İmparatorluğun bütün unsurlarıyla XIX. yüzyıl sonlarına kadar barış ve güven içerisinde yaşamışlar, Osmanlı yönetimiyle ilgili herhangi bir şikayetle ya da sorunla karşılaşmamışlardır.
Bununla birlikte, zaman zaman kendi aralarında iç çekişmelere düşmüşlerdir. İstanbul’un fethinden önce ve hemen sonra Anadolu ve Kırım’dan İstanbul’a gelen “yerli” denilen Ermeniler ile İran ve Kafkasya’dan gelen “Doğulu” ya da “Taşralı” denilen Ermeniler Patrik seçimi nedeniyle mücadeleye girişmişler, birbirlerini Osmanlı yönetimine şikayet etmişler ve yönetimin kendi lehlerine müdahalesini sağlamaya çalışmışlardır. Osmanlı yönetimi ise, Ermeni grupları ve iç sorunları karşısında ısrarla tarafsız kalmıştır. Bu mücadeleyi “Doğulu” Ermenilerin kazanması üzerine Patrikliğe ruhanî olamayan kişiler de getirilmeye başlamış, mevki ve unvan çatışması zaman zaman kanlı kavgalara dönüşmüştür. Osmanlılar bu aşamada, duruma müdahale etmişler ve Ermenilerin birbirlerini kırmasını önlemişlerdir.
Mezhep kavgaları, Ermenileri birbirlerine düşüren bir diğer etken olmuştur, özellikle yabancı müdahaleler sonucu Ermeniler arasında Katoliklik ve Protestanlığın yayılması Gregoryen Ermenilerde büyük infial uyandırmış ve Gregoryen Ermeniler, Osmanlı yönetimine başvurarak bu durumun önlenmesini istemişlerdir. Osmanlı yönetimi Ermenilerin iç sorunu saydığı bu gelişmeye müdahale etmeyince yine kanlı kavgalar görülmüş ve Protestanlığı kabul eden Ermeniler Çuhacıyan ve Tahtacıyan adlı Patrikler tarafından aforoz edilmişlerdir. Daha sonra Katolikler arasında da Vatikan’a bağlı olup-olmamak konusunda çatışmalar çıkmış, Papa, Vatikan’a bağlı olmayan Ermenileri aforoz etmiş, Osmanlı yönetimi duruma müdahale ederek 1888’de bu iki Katolik grubu barıştırmıştır.

Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışında Rol Oynayan Devletler (1800 -1890)
“Her kim bir ülkede  reformlarla  meşgul olursa, o imparatorluğu reforme etmek
istemiyor, bilakis  mahvetmek  istiyordur.”
Almanya’nın İstanbul’daki Büyükelçisi Marschall (1897)
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ermeni sorunundan bahsedilmeye başlanır. Ermeni sorununa başlangıç arayanlar bunu 1856 Islahat Fermanı ya da 1877 – 1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve bunu izleyen Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Konferansı’na taşırlar. Aslında bu yaklaşımlar yanlış değildir. Ancak, meselenin 1856’ya veya 1877 – 1878’e taşınmasının alt yapısını incelemeden, buna neden olan faktörleri açıklamadan doğrudan Islahat Fermanına veya Berlin Konferansına bağlamak meseleyi oldukça kısır bırakır.
Ermeni sorununun ortaya çıkışında dünya siyasasındaki gelişmelerin önemli etkisi ve katkısı olmuştur. Bunlardan birisi, Sanayi Devrimi’nin çok tabi paraleli olan sömürgeciliktir. Bir diğer olay hemen bütün dünyayı etkisi altına alan Fransız İhtilâli ve paralelinde gelişen milliyetçilik olgusudur. Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu içindeki azınlıkların birer birer isyan ettiklerini, bunların muhtariyet ve/veya bağımsızlıklarını elde ettiklerini görmüşlerdir. Bu olaylar neticesinde kendilerinin de böyle bir harekete girişebilecekleri düşüncesi, ortaya çıkmıştır.
Etkenlerden birisi de dinsel ideoloji bağlamında çıkmıştır. Osmanlı toplumu içerisinde ilk başta sadece mezhep olarak Gregoryen Ermenileri mevcut iken Fransa’nın çalışmaları sonucu Katolik bir Ermeni topluluğu ve akabinde Ermeni Katolik Kilisesi, İngiliz ve Amerikalı misyonerlerin çalışmaları ve İngiliz Hükümetinin baskısı ile Ermeni Protestan Kilisesi ortaya çıkmıştır.
III. A. 1. Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışında Fransa ‘nın Rolü
(1800-1890)
Türkiye’de Ermeni meselesi üzerine yazılmış kaynak niteliğindeki kitaplar incelendiğinde hemen hepsi sorunun ortaya çıkışındaki baş aktörü Rusya olarak gösterirler. Ancak Rusya, Ermeni ayaklanmalarındaki etkilerden sadece birisidir14. Rusya’nın yanı sıra Ermeniler arasında Katoliklik propagandası yapan Fransa’nın; Ermeniler üzerinde Protestanlığı çıkarları için yerleştirmeye çalışan İngiltere’nin; ABD ve Almanya gibi devletlerin doğrudan veya dolaylı olarak mesele üzerinde göz ardı edilmeyecek kadar önemli etkileri olmuştur. Bu devletler 1840 tarihinden sonra çıkan olaylardan faydalanarak mezheplerinden olanları himaye etme amacıyla Osmanlı İmparatorluğundaki nüfuzlarını kuvvetlendirmeye başlamışlardır.
Anadolu’daki azınlıklara özellikle de Ermenilere karşı XVI. yüzyıldan itibaren ilgi duyan ve bu amaçla Türkiye’ye 1548’den itibaren seyyahlar göndermeye başlayan Fransa, doğuda çıkarları için kendisine Katolik bir müttefik oluşturmak için özellikle Ermeniler üzerinde yüzyıllarca mesai harcamış ve amacına ulaşmıştır. Rusya’ya kabul ettirmiştir. Böylece yeni antlaşmanın Berlin’de yapılması kararlaştırılmıştır.
Osmanlı Devleti, Berlin’de İngiltere’nin kendisine destekte ve yardımda bulunacağını umuyordu. İngiltere Babıâli’nin içinde bulunduğu kötü şartları çok iyi değerlendirmişti. Bunun için Berlin’deki konferansta tehdit yoluna başvurarak, Bâbıâlî’den Kıbrıs’ı geçici de olsa almayı başarmıştır. Nitekim 4 Haziran 1878’de imzalanan ve 15 Temmuz 1878’de de II. Abdülhamit tarafından tasdik edilen antlaşmaya göre Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu’daki Ermeniler için İngiltere ile birlikte kararlaştıracağı bir ıslahat yapacaktı. İngiltere’de Doğu Anadolu’da bulunan Rus tehdidini önlemek için bu tehlike kalkıncaya kadar Kıbrıs adasına yerleşecekti. Böylece İngiltere Hindistan’a en kısa yolun güvenliğini sağlamış olmaktaydı.
Görüldüğü gibi Ermeni ıslahatı konusunda İngiltere, Ermenileri değil kendi menfaatlerini korumak için harekete geçmiş ve Kıbrıs Antlaşmasi’nı imzalayarak Kıbrıs’a yerleşmiştir. Gerçekten de Doğu Anadolu Bölgesi ve Trabzon – Erzurum – Doğu Bayezid güzergahı – Karadeniz’i İran’a ulaştıran ticaret yolu- İngiltere için büyük ehemmiyet taşımaktaydı. 1840’lardan itibaren Manchester’e yerleşmiş olan Ermeni tüccarlar, Britanya adalarında imâl edilen pamuklu kumaşları yukarıda belirtilen yol üzerinden İran ve Türkistan’a pazarlıyorlardı. 1870’li yıllardan itibaren İngiltere’de artmaya başlayan pamuklu mâmul stokları İngiltere için büyük bir iktisadi kriz yaratma eğilimi göstermekteydi. Bu stoklar erimez ve yeni imalât için de pazar bulunmazsa bir çok fabrikanın kapanması, iflasların birbirini takip etmesi ve İngiltere’de büyük bir işsiz kitlenin ortaya çıkarak devletin başına bela olması kaçınılmazdı. Karadeniz, – İran güzergahı stokların nakliyesi için- tek yoldu. İngilizler, sevkıyatı hızlandırmak gayesi ile Doğu Anadolu’da Ermeni tüccarlarına sermaye ve kredi yardımında bulunmuşlar, bunun çok faydasını görmüşlerdi. İşte bu yüzden İngiltere Ayastefanos Antlaşması’nın, söz konusu yolu Rusların kontrolüne sokan 19. ve 20. maddelerine itiraz etmiş ve Berlin Konferansı’nda ki 6. Maddeyle bu yerlerin tekrar Osmanlı Devleti’ne geçmesini sağlamıştır.
Ayrıca yine Ayastefanos Antlaşması’nın Ermenileri ilgilendiren 16. maddesi az da olsa değiştirilerek Berlin Konferansı’nda 61. madde olarak yer almıştır. Değiştirilen bu maddeyle Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu’da ıslahat yapacak, asayişi sağlayacak ve bu konularda aldığı tedbirlerin ara sıra ilgili devletlerde icrasına nezaret edecekti.

1878 -1890 TÜRK – ERMENİ İLİŞKİLERİ
Ermeniler, Berlin Konferansı ile siyasi açıdan büyük yararlar elde etmişler ve ileride belirleyecekleri stratejilerinde dikkate alacakları bazı dersler almışlardır. Her şeyden önce, 61. madde ile “Ermeni Meselesi” milletlerarası siyasi sitemin gündemine giriyordu. İkinci önemli nokta ise, bu dönem de Ermeniler emellerine İngiltere’nin desteği olmaksızın ulaşamayacaklarını anlamış oldular.
Aslında, İngiltere’nin Ermeni Meselesi’ni benimsemesinde önemli maddi çıkarları bulunuyordu. Burada İngiltere inisiyatifi eline alarak, Doğu Anadolu’nun Rusya tarafından “Balkanlaştırılmasına” ve bu anatominin Ortadoğu’daki nüfusuna sekte vurmasına engel olabilirdi. Başka bir deyişle Londra, Babıâli’nin tek başına Rus tasavvurlarına karşı duramayacağını, fakat kendi himayesindeki bir Ermeni devletçiğinin, Petsburg’un saldırganlığına karşı daha sağlam bir set oluşturabileceğini düşünmeye başlamıştı. Ancak, Londra’ya göre, Rusya’nın Ermeni Meselesi’nden tamamıyla soyutlanması da doğru değildi. Yakın Doğu’da kayaya çarptığını fark eden Rus sömürgeciliği, gözlerini Uzak Doğu’da yayılma imkanları aramaya çevirirse, o zaman İngiltere’nin Çin üzerindeki nüfuz tekeli tehlikeye düşebilirdi. İşte bu yüzden Ermeni ıslahatı bahanesiyle Rusya’yı Osmanlı ülkesiyle meşgul etmek ve dikkatini Doğu Anadolu’da tutmak, söz konusu dönemde (1890’lı yıllarda) arzulanan bir İngiliz siyaseti olmuştu. Nasıl olsa ıslahat konusunun tartışılacağı uluslararası platformlarda diplomasi uzmanı bir İngiltere için Rusya’yı dizginlemek çok zor olmayacaktı. Yeter ki, Babıâli yalnız başına Rusya ile karşı karşıya bırakılmasın.
Ancak Rusya, İngiltere’nin bu tuzağını fark etmekte gecikmedi. Petersburg’un amacı başarılı bir savaşın meyvelerini toplayarak, Doğu Anadolu’nun ilhakını bir oldu bittiye getirmekti. Yetkili bir ağızdan Rusya, “Ermenisiz bir Ermenistan” istiyordu. Fakat, Berlin bunun gerçekleşemeyeceğini de hatırlatmıştı. Aynı zamanda “Ermeni Islahatı” Rusya için tehlikeli gelişmeleri de beraberinde getirebilirdi. Şöyle ki, Ermenilere verilecek bir muhtariyet, Rusya’nın kendi uyruğundaki Ermenilere de benzeri emeller beslemeleri için ilham verebilirdi. Hatta Kafkas Ermenileri Anadolu Ermenileriyle işbirliği imkanı arayabilirlerdi. Ayrıca Rusya, Balkanlarda büyük ümitlerle yarattığı Bulgaristan meydana çıkınca, İngiliz oyunuyla, nasıl ilk kez kendisine cephe aldığını ve kendisinin yayılmasını frenleyecek bir tampon oluşturduğunu biliyordu. Rusya geri adım attığında “Ermeni Meselesi” ingiltere’nin kucağına düşecekti. Dönemin Padişahı II. Abdülhamit, ıslahat konusunda söz vermiş, ancak bu tasarıları uygulamakta direnmişti. Ne var ki, 1894 yılında İngiltere’nin Van Konsolosunun yerinde incelemeler yapmak maksadıyla, Ermenilerin yoğun olarak bulunduğu yörelerde yaptığı geziyi fırsat bilen Ermeni komitecilerinin Bitlis’te çıkardıkları ayaklanmayla, ıslahat görüşmeleri, Londra’nın teşebbüsüyle, yine uluslar arası siyasi platformlara girmiştir. Bu sıralarda Avrupa’nın muhtelif şehirlerinde Ermeniler lehine gösteriler yapılmıştır. Bu dönemde, Ermenilerin yabancı ülkelerdeki yayın gücü, hiçbir azınlık grubunun sahip olamadığı bir düzeydeydi. İngiliz gazetelerinin Türkiye muhabirleri, gazetelerine sözde Ermeni davasını öven yazılarını göndermek için hiçbir fırsatı kaçılmıyorlar, yazılarında meydana gelmiş küçük bir olayı kasten büyütüyorlardı60. Çok geçmeden ingiltere, Babıâli’yi Berlin Antlaşması’nın yükümlülüklerini yerine getirmeye davet etmiştir. Bununla da yetinmeyerek, hazırlamış oldukları ıslahat tekliflerini önce Avrupa aherıgirıe tasvip, daha sonra da Babıâli’ye dikte ettirmeye çalışmışlardır. Padişah, ıslahatları uygulama husufunda ayak diretince, ingiltere, işi Osmanlı’ya müeyyide uygulanacağı yolunda tehditlere başlamıştır, ingiltere’nin burada ki niyeti, Doğu Anadolu’da şeklen bir Avrupa ahengioluşturmak gibi görünse de, gerçekte fiilen kendi himayesinde bir Ermeni topluluğu ortaya çıkarmak istiyordu. Ancak ingiltere’nin bu isteği büyük güçlerce destek görmedi. Yalnız başına kalan ingiltere, son çare olarak donanmasını Çanakkale Boğazı’na kadar getirdiği halde gerek Büyük Güçler arasındaki görüş ayrılığı gerekse II. Abdülhamit’in kararlı tutumu karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştı (1895).
1895 yılında ilk raundu kaybeden İngiltere, bundan sonraki politikalarında daha temkinli hareket edecektir. 1895 sonrasında giderek güçlenen Almanya korkusu Rusya ile İngiltere’yi birbirlerine yaklaştıran en önemli etken olmuştur. Zaten uzun süredir İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun taksimine hazırdı. Hatta bu düşüncesini bir çok defa çeşitli vesilelerle Rusya’ya iletmişti. Uzakdoğu’daki ihtilaflarını ise uzlaşmacı yollardan çözümlemeyi tercih eden bu iki devlet, söz konusu yakınlaşmalarını 1907’de bir antlaşma ile noktalamışlardır. Artık bundan böyle Ermeni ıslahatları konusunda Osmanlı Devleti’ne yapılan müdahalelerde iki devlet birlikte hareket etmişlerdir.
Rusya ile İngiltere arasındaki bu rekâbet, Ermeni konusunu devletler arası bir hüviyete sokmuştur. İşte bu durumdan cesaret alan Ermeniler de harekete geçerek yurt içinde ve dışında ihtilâlci Ermeni partileri ve dernekleri kurmaya başlamışlardır.

1890 -1896 TÜRK – ERMENİ İLİŞKİLERİ
Ermeni Terör Olayları ve Ermeni İsyanları (1890-1896)
Ermeniler, Türk topraklan içerisinde bir Ermenistan Devleti kurma amacıyla oluşturdukları terör örgütleri vasıtasıyla bir çok isyan çıkartmışlardır. Bu isyanlar ve terör olaylarının önemli olanları şunlardır:

  • Anavatan Müdafileri Olayı (8 Aralık 1882),
  • Armenakan Çeteleriyle Çatışma (Mayıs 1889),
  • Musa Bey Olayı (Ağustos 1889),
  • Erzurum İsyanı (20 Haziran 1890),
  • Kumkapı Nümayişi (15 Temmuz 1890),
  • Merzifon, Kayseri, Yozgat Olayları (1892 – 1893),
  • Birinci Sasun İsyanı (Ağustos 1894),
  • Zeytun (Süleymanlı) İsyanı (1—6 Eylül 1895),
  • Divriği (Sivas) İsyanı (29 Eylül 1895),
  • Babıâli Olayı (30 Eylül 1895),
  • Trabzon İsyanı (2 Ekim 1895),
  • Eğin (Mamuratü’l – Aziz) İsyanı (6 Ekim 1895),
  • Develi (Kayseri) İsyanı (7 Ekim 1895),
  • Akhisar (İzmit) İsyanı (9 Ekim 1895),
  • Erzincan (Erzurum) İsyanı (21 Ekim 1895),
  • Gümüşhane (Trabzon) İsyanı (25 Ekim 1895),
  • Bitlis İsyanı (25 Ekim 1895),
  • Bayburt (Erzurum) İsyanı (26 Ekim 1895),
  • Maraş (Halep) İsyanı (27 Ekim 1895),
  • Urfa (Halep) İsyanı (29 Ekim 1895),
  • Erzurum İsyanı (30 Ekim 1895),
  • Diyarbakır İsyanı ( 2 Kasım 1895),
  • Siverek (Diyarbakır) İsyanı (2 Kasım 1895),
  • Malatya (Mamuratü’l- Aziz) İsyanı (4 Kasım 1895),
  • Harput (Mamuratü’l- Aziz) İsyanı (7 Kasım 1895),
  • Arapkir (Mamuratü’l- Aziz) İsyanı (9 Kasım 1895),
  • Sivas İsyanı (15 Kasım 1895),
  • Merzifon (Sivas) İsyanı (15 Kasım 1895),
  • Ayıntab (Halep) İsyanı (16 Kasım 1895),
  • Maraş (Halep) İsyanı (18 Kasım 1895),
  • Muş (Bitlis) İsyanı (22 Kasım 1895),
  • Kayseri (Ankara) İsyanı (3 Aralık 1895),
  • Yozgat (Ankara) İsyanı (3 Aralık 1895),
  • Zeytun İsyanı (1895 – 1896),
  • Birinci Van İsyanı (2 Haziran 1896),
  • Osmanlı Bankası Baskını (14 Temmuz 1896),
  • İkinci Sasun İsyanı (Temmuz 1897),
  • Sultan Abdülhamid’e Suikast (Yıldız Suikastı) (21 Temmuz 1905),
  • Adana İsyanı (14 Nisan 1909).

Görüldüğü gibi sadece 1897 yılına kadar kırka yakın Ermeni İsyan ve tedhiş olayı tespit edilmiştir. Tarihlerinden de anlaşıldığı üzere bütün isyanlar, Ermeni komitelerinin faaliyete geçmesinden sonra süratle artmıştır. Daha sonra kurulacak olan Ermenistan Cumhuriyeti Başbakanı Hovhannes Katchaznuni’de “…komiteler, çetelerin teşekkülünü sağlamıştır ve Türkiye’ye karşı giriştikleri harekâta aktif bir şekilde katılmışlardır… Gerçeği muhakeme gücünü yitirmiş ve hayallerimize kendimizi kaptırmıştık…” şeklinde itiraf ettiği gibi, bu komiteler, iyilikle veya zor kullanarak Ermenileri isyana sürüklemiştir.

1896 -1914 TÜRK – ERMENİ İLİŞKİLERİ
Yukarıda verilen Ermeni isyan ve tedhiş hareketleri Ermeni komitelerince “Ermenilerin Türklerce katledilmesi” olarak tanıtılmış ve Batı ülkelerine, Hıristiyan kamuoyuna bu şekilde yansıtılarak büyük gürültü kopartılmıştır. Bu amaçla hemen hiçbir yanlış bilgilendirmeden kaçınılmadan, olaylar tahrif edilerek, dünya kamuoyuna sunulmuştur. Anadolu’nun birçok yerinde çalışmalar yapan Hıristiyan misyonerler, İstanbul’daki büyükelçilikler ve Anadolu’daki konsolosluklar bu propagandanın Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır. Bütün bunlara Batı basınının aynı paraleldeki yayınları da eklenince, Hıristiyan kamuoyu, Ermenilerin gerçeklerle ilgisi olmayan mesajlarını benimsemeye başlamıştır. Aslında, kendi devletlerinin politikaları da bu mesajların benimsenmesini gerektirmekteydi. Üstelik Batıya göre bu olay “Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında cereyan eden bir çatışmaydı ve vahşi Müslümanlar, masum Hıristiyanları katletmekteydi”. O halde yapılacak tek bir iş vardı, o da Müslümanlara karşı Hıristiyan Ermenileri desteklemek ve himaye etmekti. Bu dönem de gerçekten de böyle yapılmıştır .
Ancak, meselenin aslının hiç de böyle olmadığı ve Ermeni komitelerinin bu propagandasının altında büyük devletleri Osmanlılara karşı silâhlı müdahaleye zorlamak amacının yattığı belgelerle sabittir.
Ermeni isyanlarının nedeni ne sefalet ne ıslahat ne de baskıya tâbi tutuldukları iddiasıdır. İsyanların nedeni, Batılılar ile Rusya’nın, Ermeni komiteleri ve kilisesi ile işbirliği halinde Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak istemeleridir. Osmanlı Devleti ise bu isyanlar karşısında, her devletin yapacağını yapmış ve isyan eden asilerin üzerine kuvvet göndermiştir. Ancak, yukarıda da izah edildiği gibi, her isyanın bastırılması yeni bir “katliam” olarak sunulmuştur.
Ermenilerin gerçekleştirdiği tedhiş hareketleri nedeniyle yakalanan komiteciler yine büyük devletlerin yardımıyla serbest bırakılmışlardır. Zeytun isyanının , Osmanlı Bankası işgalinin Padişah II. Abdülhamit’e yapılan suikast girişiminin elebaşıları dönemin büyük devletlerinin müdahaleleri sonucunda Osmanlı toprakları dışına çıkmışlar / çıkartılmışlardır. Bu komiteciler daha sonra yeni cinayetler işlemek üzere tekrar Osmanlı topraklarına geri dönmüşlerdir.

Ermenilerin Anadolu’daki Nüfusu
1917 tarihli İngiliz Salnamesine göre Anadolu’da 1.056.000 Ermeni bulunmaktadır. Anadolu’daki Ermeni nüfusu hakkında diğer yabancı kaynaklara bakıldığında da “1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü” söylemi tamamen tutarsızlık göstermektedir
Değişik kaynaklara göre Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusu şöyledir:

Patrikhane1.780.000 – 3.000.000
Jacques Morgan2.380.000
Pastırmacıyan2.100.000
Hovanisyan1.500.000 – 2.000.000
Vahan Vardapet1.263.000
Constenson1.400.000
Walker1.500.000 – 2.000.000
Ravenstein7600.000 (Asya Türkiyesi)
Clair Price1.500.000
A.Powell1.500.000
Lynch1.058.484
Zelenof921.000
Cuinet838.125
Encylopedica Britannica1.500.000
Osmanlı Kaynakları1.160.000 – 1.300.000

Yukarıda verilen rakamların içerisinde Patrikhanenin Berlin Konferansı’nda ileri sürdüğü 3.000.000 rakamı, bir daha Patrikhane tarafından tekrar edilmemiştir. Patrikhanenin bundan sonra verdiği rakam 1.780.000 dir. Bu rakama inmiş olsa dahi Patriğin bağımsız Ermenistan kurulacağı düşünceleriyle özellikle 6 vilayette verdiği rakamlar abartmalıdır.Patrik Nerses’in İngiliz sefirine gönderdiği 24 Haziran 1880 tarihli mektubunda nüfûs sayımı yapılırken Müslüman evlerinin en çok 3-8 kişiden oluşan bir aile olarak hesaplanması gerektiğini Ermenilere ait olan her bir evin ise yaklaşık 60 kişi olarak hesaplanması gereğini yazmıştır. Tournebize, 1900 yılında Türkiye’nin bütünündeki Ermeni nüfûsunu 1.300.000 olarak vermiştir. 1913 yılında Paris’te yayınlanan “Les Reformes en Turquie d’ Asie” adlı eserde L. De Contension, dönemin en yeni istatistiklerine göre Anadolu’da 1.150.000, Rumeli’de 250.000 Ermeni’nin bulunduğunu belirtmiştir. L. de Contenson, bütün dünyada ki Ermeni nüfusunu da 3.100.000 olarak vermiştir . Kafkasya bölgesinde dahi 959.371’lik rakamla bölge nüfusunun sadece %20’sini oluşturmaktadır. L. de Contenson’un 1913 yılında verdiği 3.100.000 rakamı ile Hadisyan’ın 1930 yılında Atina’da yazdığı “Ermeni Cumhuriyetinin Doğuşu, Gelişmesi” adlı eserinde o gün için bütün dünya üzerindeki Ermeni nüfusunu toplam 3.004.000 olarak göstermesi, Ermenilere ait olan “1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü”  iddiasını tamamen tutarsız bir hale getirmektedir.
1896 yılı Osmanlı nüfus istatistikleri yukarıda da belirtildiği üzere 1.160.000 civarıdır. Osmanlı’nın bu nüfus sayımını yaparken bugünkü şartlarda olduğu gibi ev ev dolaşılarak yapmadığına göre vergi kaçırmak gayesiyle sayım dışında kalan Ermenilerin de 150.000 civarında olduğu düşünülürse Osmanlı Devleti’nin rakamları ortalama olarak 1896 yılında 1.300.000 gibi bir rakama ulaşmaktadır. Clair Price imzalı olarak 1923 yılında New York’ta yayınlanan “The Rebirth of Turkey” adlı kitapta Ermeni nüfusu, 1,5 milyon’u Osmanlı Devleti’nde, yaklaşık, 1 milyon’u Rusya’da, 150 bin kadarı tran, 250 bin kadarı Mısır, Avrupa ve ABD’de gösterilmiştir.
Yine hem Osmanlı hem de batılı kaynaklarla konuya yaklaşan Stanford J. Shaw ise, 1890 yılında Osmanlı Devleti bünyesinde 12.585.950 Müslüman’a karşılık 1.139.053 Ermeni; 1897’de 14.111.945 Müslüman’a karşılık 1.162.853 Ermeni; 1906’da 15.518.478 Müslüman’a karşılık 1.140.563 Ermeni 1914 yılında ise 15. 044.846 Müslüman’a karşılık 1.229.007 Ermeni nüfusu olduğunu yazmıştır.

1914 Resmi İstatistiği

VilayetlerMüslümanlarRumlarErmeniler
EDİRNE360.411227.68019.773
ADANA341.9038.97452.650
ANTALYA235.76212.385630
ANKARA877.28520.24051.556
HALEP576.32021.95420.142
AYDIN1.249.067299.09720.237
BİTLİS309.999———-117.492
BOLU399.2815.1512.970
BURSA474.11474.92760.119
KAYSERİ184.29220.59050.174
İSTANBUL560.434205.75282.880
ÇANAKKALE149.9038.5502.474
DİYARBAKIR492.1011.93565.850
CANİK265.95098.13927.319
ERZURUM673.2974.864134.377
ESKİŞEHİR140.6782.6138.592
İZMİT226.85940.04855.852
İÇEL102.0342.507341
KARAHİSAR277.6596327.439
KARASİ359.80497.4978.653
KASTAMONU737.30220.0588.959
HARPUT446.37997179.971
KÜTAHYA303.3488.7554.548
MARAŞ152.6453432.322
MENTEŞE188.91619.92312
NİĞDE227.10058.3124.936
URFA149.384216.718
SİVAS939.73575.324147.099
TRABZON921.128161.57468.899
ÇATALCA20.04836.791842
VAN179.380167.792
ZOR(Sancak)65.77045232
Toplam Nüfus 13.339.0001.561.075 1.234.671
Genel Nüfus 16.134.746

Yukarıdaki istatistiğe göre, 1914 yılında Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermenilerin nüfusunun 1.234.671 olduğu görülmektedir. Birçok batılı ve Ermeni yazar da buna yakın rakamlar vermiştir.

1914 -1923 TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
27 Mayıs 1915 Tarihli Sevk ve İskân Kararı Öncesi Genel Durum
Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Osmanlı Devleti’nin Kasım 1914’te İtilaf Devletlerine karşı Almanya’nın yanında savaşa girmesi Ermeniler tarafından büyük bir fırsat olarak görülmüştür. Louse Nalbandian’ın belirttiği gibi, “Ermeni komiteleri için ivedi hedeflerini gerçekleştirecek topyekûn ayaklanmayı başlatmanın en uygun zamanı Osmanlıların savaş halinde olduğu zamandı.” Komitelerin Birinci Dünyü Savaşında faaliyete geçmesinden kuşkulanan Osmanlı Hükümeti, savaş öncesinde, 1914 Ağustos’unda Erzurum’da Taşnak yöneticileriyle bir toplantı yapmış ve bu toplantıda Taşnaklar, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi halinde sadık vatandaşlar olarak Osmanlı orduları safında  görevlerini yerine getirecekleri vaadinde bulunmuşlardır. Bu vaatlerini yerine getirmemişlerdir, çünkü bu toplantıdan önce Haziran ayı içerisinde yine Erzurum’da düzenlenen Taşnak Kongresinde Osmanlı Devleti’ne karşı mücadelenin sürdürülmesi kararlaştırılmıştır .
Rusya Ermenileri de Rus ordusuyla birlikte Osmanlı Devleti’ne saldırma hazırlıklarına başlamışlar, Eçmiazin Katogikosu ile Kafkas Genel Valisi Vranzof – Daşkof arasında “Rusya ‘nın Osmanlı Devleti ‘ne Ermeniler için yapılacak ıslâhatı uygulattırması karşılığında, Rusya Ermenilerinin kayıtsız şartsız Rusya’yı desteklemeleri‘ yolunda anlaşmaya varılmış, Katogikos, daha sonra Tiflis’te Çar tarafından kabul edilmiş ve Çar’a “Anadolu ‘daki Ermenilerin kurtuluşunun ancak Türk egemenliğinden ayrılarak özerk bir Ermenistan teşkil etmeleri ve bu Ermenistan’ın Rusya’nın himayesiyle mümkün olabileceğini” bildirmiştir. Rusya’nın niyeti, Ermenileri kullanarak Doğu Anadolu’yu ilhak etmektir. Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmesi üzerine Taşnak Komitesi, yayın organı Horizon şu bildiriyi yayınlamıştır:
“Ermeniler, en küçük bir tereddüt göstermeden İtilaf Devletlerinin yanında yer almışlar, bütün güçlerini Rusya ‘nın emrine vermişler, ayrıca gönüllü alayları teşkil etmişlerdir.”
Taşnak Komitesi örgütüne de şu talimatı vermiştir:
“Ruslar, sınırı geçtiklerinde ve Osmanlı orduları geri çekilmeye başladıklarında her yerde isyanlar çıkarılmalı, Osmanlı orduları bu suretle iki ateş arasına alınmalıdır. Osmanlı ordularının ilerlemesi halinde ise Ermeni askerler silahlarıyla birlikte kıtalarını terk edecek ve çeteler teşkil edip Ruslarla birleşeceklerdir.”
Hınçak Komitesi’de örgütüne gönderdiği talimatta, “Komitenin bütün gücüyle mücadeleye katılarak İtilaf Devletleri ‘nin ve özellikle Rusya’nın müttefiki sıfatıyla Ermenistan, Kilikya, Kafkasya ve Azerbaycan’da zaferi temin için her türlü vasıta ile İtilaf Devletleri’ne yardım edeceğini” bildirmiştir.
Osmanlı Meclisi’nde Van mebusluğu yapan Papazyan ise bir bildiri yayınlayarak, “Kafkasya ‘da gönüllü Ermeni alaylarının hazır bulundurulmasını, bunların Rus Ordularının öncüleri olarak Ermenilerin yaşadıkları bölgelerdeki kilit noktaları ele geçirmelerini ve Anadolu topraklarında ilerleyecek Ermeni alayları ile hemen birleşmesini” istemiştir.
Bütün emirler yerine getirilmiş, Rus kuvvetlerinin, Osmanlı ve Rus Ermenilerinden kurulmuş olan gönüllü alayları öncülüğünde, Doğudan Osmanlı topraklarına girmesiyle birlikte Osmanlı ordusunda bulunan Ermeniler, silahlarıyla birlikte firar ederek Rus kuvvetlerine katılmışlardır. Rus ordusuna henüz ulaşamayan bir kısım Ermeniler ise çeteler kurarak isyan etmişlerdir. Yıllarca gerek Ermeni gerekse misyoner okul ve kiliselerinde saklanan silahlar ortaya çıkarılmış, askerlik şubeleri basılarak yeni silahlar sağlanmıştır. Silahlanan Ermeni çeteleri, komitelerin “kurtulmak istiyorsan, önce komşunu öldür” talimatı üzerine, erkekler cephelerde olduğu için savunmasız kalan Türk şehir, kasaba ve köylerine saldırarak katliama girişmişlerdir. Osmanlı kuvvetlerini arkadan vuran Ermeniler, Osmanlı birliklerinin harekatını engellemişler, ikmal yollarını kesmişler, yaralı taşıyan konvoyları pusuya düşürmüşler, köprü ve yolları imha etmişler, bulundukları şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini kolaylaştırmışlardır. Rus kuvvetleri saflarında bulunan Ermeni gönüllü alaylarının yaptığı zulüm o kadar ağır olmuştur ki, Rus komutanlığı bazı Ermeni birliklerini cepheden uzaklaştırarak geri hatlara sevk etmek zorunluluğu hissetmiştir. O dönemde Rus ordusunda görev yapan bazı subayların yazmış oldukları hatıratlar, bu zulme bütün açıklığıyla tanıklık etmektedir.
Seferberliğin ilânıyla beraber gerek Osmanlı topraklan içerisinde gerekse dışarıda bulunan Ermeniler, hemen harekete geçmişler ve çeteler halinde Kafkaslar’da ve Anadolu’nun birçok yerinde yüz binlerce Müslüman’ı -yaşlılan, çocukları, kadınları, cepheden dönen yaralıları- sistemli bir şekilde katletmeye başlamışlardır. Bu faaliyetlere katılmayan Ermenileri ve Türk olmayan diğer unsurları da öldürmekten çekinmemişlerdir. Böylece Zeytun (Süleymanlı – Maraş)’da, Bitlis’te, Kayseri’de, Trabzon’da, Ankara’da, Sivas’ta, Adana’da, Urfa’da, İzmit – Adapazarı’nda, Hüdavendigar (Bursa)’da, Musa Dağı’nda ve daha birçok yerde büyük katliam hareketlerine girişmişlerdir.

27 Mayıs 1915 Sevk ve İskân Karan’nın Çıkışına Sebep Olan Olaylar
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın müttefiki olarak girmiş ve 3 Ağustos 1914’te seferberlik ilan etmesi öncesi / sırası / sonrasında Anadolu’nun hemen bütün bölgelerinde Ermeni komiteleri tarafından organize edilen isyan ve tedhiş faaliyetleri gerçekleşmiştir. Bu dönemde (1914-1915) Ermeniler tarafından gerçekleştirilen isyan ve tedhiş hareketleri şunlardır:
-1914 yılı Ocak ayında Hınçak ve Taşnak örgütlerince organize edilen Kayseri Ermeni isyanlarıdır. İsyanlar sırasında çeşitli şekillerde halka ve askerlere yönelik Ermeniler tarafından terör faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Bu olaylar sırasında bomba imalat haneleri tespit edilmiştir. Hükümet tarafından yapılan aramalarda, Ermeni evlerinde, mezarlıklarında, cemiyetlerinde, kiliselerinde, okullarında birçok silah, cephane, dinamit, talimat, beyanname ele geçirilmiş ve birçok Ermeni suçüstü yakalanmıştır.
            -Hemen her kritik dönemde isyanların görüldüğü Zeytun’un Ermeni ahalisi, seferberlik ilân edilir edilmez ayaklanmıştır. Komiteler, Rusya ve Fransa tarafından her defasında desteklenen ve III. Napolyon tarafından “République de Zeitoun”(Zeytun Cumhuriyeti) olarak ilân edilen bölgenin Ermenileri, daha önceden bütün hazırlıklarını tamamlamış olduklarından, 3 Ağustos 1914’te seferberliğin ilânıyla, subay ve erlerini Zeytunlu Ermenilerin teşkil edeceği bir “Ermeni Alayı” kurmak üzere yetkililere müracaat etmişler ve bu istekleri reddedilince, isyan ederek çevrede katliam yapmaya başlamışlardır.
-1914 yılı başlarından itibaren Ermenilerin organize bir şekilde isyan hazırlıklarına giriştikleri yerlerden biri si de Van vilayetidir. Van vilayeti Ermenilerin Anadolu’daki faaliyetlerinin en açık şekilde görüldüğü yerdir. Buradaki komitelerin çalışmaları Türkiye’ye yönelik Ermeni faaliyetlerini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Zira, diğer vilayetlerde gizli kalan Ermeni tertipleri, burada aleni bir şekilde ortaya çıkmıştır. Özellikle son otuz beş-kırk yıldır sık aralıklarla Ermeniler tarafından dünya kamuoyuna taşınan iddiaları, Van’da gerçekleşen Ermeni olayları çürütür niteliktedir. Van isyanı, (15 Nisan 1915) niteliği itibariyle Osmanlı Hükümeti tarafından 27 Mayıs 1915 tarihli “Sevk ve iskan” kararının en önemli sebeplerinden birisini teşkil etmiştir, tsyan, “Sevk ve iskan” kararından yaklaşık bir buçuk ay kadar önce 15 Nisan 1915 tarihinde çıkmış, büyümüş, hatta Türkler zor durumda kalmıştır. Van Valisi Cevdet Bey, Rusların Başkale istikametinde Van’a doğru ilerlediğini ve takriben 15 Mayıs’ta Van’a gireceklerini tahmin ederek 14 Mayıs’tan itibaren Van’dan Bitlis istikametine doğru geri çekilme emrini vermiştir. 15 Mayıs’ta Rus ordusu içerisindeki Ermeniler ve Van vilayetindeki yaklaşık 35-40 bin civarındaki Ermeni buluşmuş, şehirde kalan 20 binin üzerinde Türk katledilmiş ve yeni Van valiliğine Aram Manukyan seçilerek kasabalara yeni Ermeni kaymakamlar dahi gönderilmeye başlanmıştır. Oysa “Sevk ve İskân Kararı” bu tarihten sonra 27 Mayıs 1915 tarihinde savaş içerisinde olan Osmanlı Devleti tarafından bu ve bunun gibi faktörlerin doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
– Bitlis, Muş, Diyarbakır ve Elazığ’daki Ermeni İsyan ve terör faaliyetleri 27 Mayıs 1915 Sevk ve İskân kararının çıkmasına sebep olan olaylardandır. Bitlis’te Rusların doğudan Türk topraklarına doğru ilerlemesine paralel olarak 1915 Ocak ayından itibaren yöre halkına yönelik katliam hareketlerine girişmişlerdir. 27 Mayıs 1915 öncesi sadece Muş ve çevresinde başlangıçta 7 bin Ermeni silahlandırılmış ve bunlar gruplar halinde köylere dağıtılmıştır. Bunlara asker kaçağı Ermeniler de dahil olmuş, özellikleSasun‘da askerlik çağındaki gençler doğrudan bu çete grupları içerisine girmişlerdir. Bölgeye Osmanlı ordusu için asker almaya giden Osmanlı memurları öldürülmüştür. Aynı şekilde, Diyarbakır‘da “Dam Taburu” adıyla 500 Ermeni silahlarıyla birlikte ele geçirilmiştir. Yine Diyarbakır’da 12-14 Nisan tarihinde yapılan aramalarda vilayet merkezinde 60’m üzerinde bomba, kutular içerisinde bir çok dinamit kapsülü, bol miktarda dinamit fitili, dinamit barutu, yüzlerce mavzer, manliher ve şinayder ele geçirilmiştir. Elazığ‘da başta papazlar olmak üzere birçok Ermeni ileri geleni Hükümet yetkililerine “Ermenilerin üzerinde ve evlerinde hiçbir silah bulundurmadıklarına” dair kesin talimat vermişlerse de yapılan aramalarda sadece vilayet merkezinde 5 binden fazla silah, 300 civarında bomba, 40 kg bomba fitili, 200 paket dinamit ve 5 bin adet dinamit misketi bulunmuştur. Bu silah ve patlayıcılar bütün şehri havaya uçurmaya yetecek miktardadır. Rusların sınırı geçip ilerlemeye başlamasıyla birlikte Elazığ Ermenileri vilayet, kasaba ve köylerde Türk halkına yönelik toplu katliam hareketlerine girişmişlerdir.
-27 Mayıs 1915 öncesi Erzurum’da, Sivas’ta, Trabzon’da, Ankara’da, Adana’da, Urfa’da, İzmit ve Adapazan’nda, Hüdavendigar (Bursa)’da, Musa Dağı’nda, İzmir, İstanbul, Maraş, Antep, Halep ve daha bir çok yerde Ermeni İsyan ve terör olaylarıgerçekleştirilmiştir.
Bütün bu gelişmelerden sonra zaten savaş gibi olağanüstü bir durumun içerisinde olan ve aynı anda birkaç cephede birden mücadele veren Osmanlı Devleti kendi topraklarının içerisinde kendisini güvence altına almak için zorunlu olarak devlete ihanet edenlere yönelik olarak Sevk ve İskân kararını çıkartmıştır.

27 Mayıs 1915 Sevk ve İskan Kararının Çıkartılması ve Uygulanması
Ermenilerin binlerce Türk’ün canına mâl olan isyan ve katliamları karşısında dahi, Osmanlı Hükümeti’nin ortaya koyduğu sakin ve sağduyulu tavır, belgeleriyle sabittir. Ancak, terör hareketleri bir türlü durmak bilmeyince hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşim merkezlerine götürmek zorunda kalmıştır. Kafkas, İran ve Sina cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır. Yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmamışlardır. Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim
çocuklar ve dul kadınlar da şevke tabi tutulmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe, Göçmen Ödeneği’nden karşılanmıştır. Bu tablo, Osmanlı Devleti’nin yer değiştirme konusundaki iyi niyetini göstermesi açısından oldukça önemlidir .
27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kanunu ve bu kanuna dayalt olarak çıkarılan emirler çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul’un güney kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye’nin doğu kısmı ile Halep’in doğu ve güneydoğusuna nakledilmişlerdir. Bu arada, Ermenilerin sıkça dile getirdiği gibi yer değiştirme sırasında 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Gerek Osmanlı ve Ermeni gerekse yabancılara ait istatistikler, Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir.Ne kadar Ermeni’nin yer değiştirme uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleriyle ortadadır. Osmanlı Devleti’nin son nüfus istatistiği 1914 yılında yapılmıştır. Buna göre Ermeni nüfusu 1.234.671’dir. Yer değiştirmeye tabi tutulmayan nüfus; 82.880’i İstanbul, 60.119’u Bursa ‘da, 4.548’i Kütahya Sancağı ve 20.237’si Aydın vilayetinde olmak üzere toplam 167.778’dir. Ermenilerin yer değiştirme uygulaması büyük bir disiplin içinde yapılmıştır. 9 Haziran 1915’ten 8 Şubat 1916 tarihleri arasında Adana, Ankara, Dörtyol, Eskişehir, Halep, İzmit, Karahisarı sahib, Kayseri, Mamuretülaziz, Sivas, Trabzon, Yozgat, Kütahya ve Birecik’ten toplam 391.040 kişi yerleştirilecekleri yeni bölgelerine sevk edilmiş, bunlardan 356.084’ü yerleşim bölgelerine ulaşmıştır. Geriye kalan 35.000 civarındaki rakama Halep’teki Ermeni nüfus dahil edilmemiştir. Yer değiştirme uygulamasına tabi tutulan nüfus içerisinde yer alan Halep’teki 26.064 Ermeni nüfusu, 35.000’den çıkarıldığında geriye 9-10 bin kişi kalmaktadır. Bunlar da, Türkler tarafından öldürülmemiş, 500’ü Erzurum-Erzincan arasında eşkıya grupları tarafından; 2000 civarında kişi, Urfa’dan Halep’e giden yol üzerinde Meskene’de Urban eşkıyaları tarafından; 2000 kişi Mardin’de eşkıya tarafından öldürülmüştür. Dersim bölgesinden geçen kafilelere bölge halkının saldırıları sonucunda yaklaşık 5-6 bin kişi öldürülmüştür. Ancak bunun kesin rakamları Osmanlı arşivlerinde yer almamaktadır. Geriye kalan 3 bin civarındaki Ermeni ise, sevkıyat sırasında Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılarak yerleşmişlerdir. Böylece, yer değiştirme sırasında soykırım maksadıyla Osmanlı ordusu tarafından öldürülen bir tek Ermeni yoktur. Ayrıca, Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni yerleşim merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tutması, yer değiştirme sırasında herhangi bir katliâm olayının olmadığını da ispat etmektedir. Öte yandan, Osmanlı Devleti yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu Ermenilerin nakli sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret göstermiş, bu gayret yabancı diplomatlarca da tespit edilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan birisi de, tabi ki bu sevk edilen Ermenilerin güvenliği hususudur.
Tehcir sırasında alınan tedbirler özetlenecek olursa, yolculuk sırasında Ermenilerin rahat ettirilmeleri ve emniyetleri sağlanmıştır. Yerleşebilmeleri için kredi tahsis edilmiştir. Gebe kadınlar, hastalar, sakatlar ve onlara bakacaklar görev dışı bırakılmıştır. Lübnan’da, Urfa’da, Şam’da yetimhaneler açılmıştır. Yetim ve öksüz olan Ermeni çocuklarının en güzel şekilde bakım ihtiyaçları bu yetimhanelerde gerçekleştirilmiştir. Yollarda yardım maksadıyla iâşe merkezleri açılmıştır. Taşınır – taşınmaz malları için yönetmelik ilân edilip güvence altına alınmıştır. Mahalli yöneticiler her türlü durumdan sorumlu tutulmuş, ihmali görülenler cezalandırılmıştır. Tehcir mıntıkalarına devamlı müfettişler gönderilmiştir.
Hükümet, göçmenlerin iaşesi ve korunmasına yönelik büyük harcamalar yapmıştır. Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane kurulduğu, Ermeni çocuklarından yetim kalanlar için hangi binanın ayrıldığına kadar detaylı bilgiler verilmektedir. Şayet, Osmanlı Devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi, bunu savaş koşulları altında rahatlıkla yapabilirdi. Ancak böyle olmamış, yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ salim hayatlarını sürdürürken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı çarpışan Ermeniler, savaş şartları gereği ölmüşlerdir. Görüldüğü gibi, yer değiştirme uygulaması genelde başarılı bir sevk ve iskan hareketi olarak gerçekleşmiştir.

1917 -1918 Ermenilerin Anadolu’da Türk Halkına Yönelik Katliam Hareketleri
Rusya’da 1917 ihtilâlinin patlak vermesi Rus ordularında çözülme meydana getirmiş, (Doğu Anadolu’da) cephede etkinlik Ermeni ve Gürcülere geçmiştir. Bu dönemde Anadolu’nun birçok yerinde Ermenilerin Türk halkına yönelik katliam hareketleri başlamıştır.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Şebinkarahisar’da Türklere karşı katliam düzenleyen Sivaslı Murat, Sasun Canavarı diye şöhret kazanan Antranik ve Muş katliamını gerçekleştiren Arşak gibi Ermeni komitecilerinin liderliğinde Erzincan, Bayburt, Erzurum, Kars gibi birçok yerde katliam hareketlerine girişmişlerdir. Bölgede bulunan Müslüman ahali, Rus subaylarının artık etkinliklerini kaybetmeleri sebebiyle, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. “Osmanlı Kafkas Orduları Kumandanı, Rus Komutanına müracaatla, işgal altındaki Osmanlı halkının can, mal ve ırzları tecavüze maruzdur. Bunun önlenmesi için tedbir alınmasını” 24 Aralık 1917 tarih ve 7312 numaralı telgrafla istemiş cevap alamayınca bu defa Kafkas-Rus orduları Komutanına müracaat etmiştir. Ancak yazışmalar devam ederken çeteci Antranik Rus Generali üniforması ile Erzurum Merkez Komutanlığı’na atanmıştır. Rus işgali altındaki bölgede faaliyete geçen Ermeniler, henüz sütten kesilmemiş çocukları öldürmüş, hamile kadınların karınlarını yarmış, Müslümanları diri diri yakmış, kız çocuklarına akla gelmedik işkenceler yapmışlardır. Sadece, Erzincan’da 800’den fazla ceset bulunmuş birçok köyün halkını topluca katletmişlerdir. Bayburt, Mamahatun (Tercan) Erzurum ve çevre köylerdeki savunmasız sivil halk korkunç bir şekilde katliama uğramışlardır.
Ermenilerin Türk halkına yönelik katliamları esnasında sadece Erzurum’da 2127 erkek cesedi, Kars Kapı’da balta ve süngü ile öldürülmüş 250 ceset ile toplam 8000’in üzerinde ceset tespit edilmiştir. Erzurum’da Pazar yeri tamamen yakılmış, savunmasız insanlar binalara doldurulmuş ve binalar Ermeniler tarafından ateşe verilmiştir. Hasankale tamamen yakılmıştır. Hasankale’de Ermeniler 3000’in üzerinde Hasankaleli’yi katletmişlerdir.
1919 yılında Anadolu’ya gelen Harbord yapmış olduğu gözlem ve incelemelerle durumun hiçte Ermenilerin anlattığı gibi olmadığını tespit etmiştir. Harbord, özellikle Erzurum’da yaşayan Ermenilerle görüşmüş, kendilerine yönelik herhangi bir katliam olayının olup olmadığını sormuş, ancak Ermeniler, böyle bir hadisenin olmadığını Harbord’a, kafilesindeki Ermeni tercümanlar vasıtasıyla anlatılmıştır. Harbord, Erzurum ve çevresinde Ermenilerin yaptığı katliamın kalıntılarını kendi gözleri ile görmüş ve sadece Hasankale’de 43 köyün Ermeniler tarafından yerle bir edildiğini tespit etmiştir.
Doğuda Erzincan, Bayburt , Trabzon, Erzurum, Kars, Van gibi yerlerin kasaba ve köyleri dahil olmak üzere hemen hepsi Ermeni katliamına maruz kalmışlardır.
Ermenilerin Türklere yönelik katliamları Güneydoğu Anadolu bölgesinde Fransızlar ve İngilizlerin himaye ve destekleri altında Adana’da, Urfa’da, Antep’te, Maraş’ta, Bitlis ve daha birçok il ve kasabalarında vuku bulmuştur. Sadece, Adana, Sis ve Osmaniye’de SO’nin üzerinde köy Ermeniler tarafından yok edilmiştir.
3. Ordu Kumandanı Vehip Paşa Komutasındaki Türk ordusu, 13 Şubat’ta Erzincan’ı, 24 Şubat’ta Trabzon’u, 12 Mart’ta Erzurum’u, 13 Mart’ta Hasankale’yi, 5 Nisan’da Sarıkamış’ı, 2 Nisan’da Van’ı, 14 Nisan’da Batum’u ve 25 Nisan’da Kars’ı kurtarmıştır. Türk ordusunun ileri harekatı neticesinde bölge insanlarının tamamının Ermeniler tarafından yok edilmesi bir dereceye kadar engellenmiştir. Brest – Litovsk Antlaşması ile 3 Doğu ili Osmanlı Devleti’ne iade edilmiş, bunu takiben 28 Mayıs 1918’de Türklerin ata yurdu olan Kafkasya bölgesinde bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti ilân edilmiştir.

SEVR İLE KURULMAK İSTENİLEN ERMENİSTAN
Osmanlı İmparatorluğun tasfiyesi için hazırlanmış olan ve 1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmını Ermenistan Cumhuriyetine vermiştir. Ancak artık Anadolu’ya hakim olmaya başlamış bulunan Ankara Hükümeti bunu kabul etmemiştir. Büyük devletler de, Sevr’in mimarı olmakla beraber, uygulanmasında fiili rol almak ve özellikle askeri harekata girişmek istemiyorlardı. Bu durumda Sevr hülyasını gerçekleştirmek için iş, Ermenistan Cumhuriyetine düşmüştür. Ermeni kuvvetlerinin taarruzu Kâzım Karabekir Komutasındaki Türk ordusunca durdurulmuştur. Türk kuvvetleri 29 Eylül 1920’de Sarıkamış, 30 Ekim’de Kars’ı kurtarmışlardır. 7 Kasım’da Gümrü alınmıştır. Erivan’ın düşmesi söz konusu olmuştur. Ancak Ermeniler tüm Türk taleplerini kabul ederek 3 Aralık 1920 Gümrü Antlaşmasını imzalamışlardır. Bu antlaşma günümüz Türkiye- Ermenistan sınırlarını çizmiştir. Ayrıca Ermeniler Sevr’in geçersizliğini de kabul etmişlerdir. Ermenistan kısa süre sonra Sovyetler Birliğine dahil edilmiş ve Türkiye Sovyetlerle 16 Mart 1921’de yapılmış olan Moskova ve Kafkas Devletleriyle 13 Ekim 1921 yılında yapılan Kars Antlaşması ile sınır sorunlarını kesin çözüme bağlamıştır.

LOZAN’DA ERMENİ SORUNU
Lozan görüşmeleri sırasında Ermeniler savaş içinde İtilaf Devletlerine yapmış oldukları sayısız hizmetleri ve bu uğurda vermiş oldukları kayıp ve fedakarlıkları anlatmışlar ve Sevr’in Anadolu topraklarını da içine alan bir Ermenistan’ı öngördüğüne dikkat çekerek Ermeni davası konusunda baskı politikası uygulamışlardır. Büyük Britanya başta olmak üzere, Fransa, İtalya ve ABD “Ermeni Yurdu” adı altında bir yerleşime taraftar olmamışlardır. Ruslar, isteyen Ermenilerin Rusya veya Ukrayna’ya gelebilecekleri görüşünü ileri sürmüşlerdir. Türk delegasyonu, Türkiye azınlıklarının kaderlerinin iyileştirilmesinin her şeyden önce, her türlü yabancı müdahale ve kışkırtmalarının kesilmesine bağlı olduğunu hatırlatarak Türkiye’nin anayurdundan verilecek bir karış toprağının olmadığını, şayet Ermenilere yurt verilmesi söz konusu ise, onlara yurt verebilecek çok büyük toprakları olan devletlerin olduğunu kararlı bir şekilde dile getirmiştir. Esasen, Türk delegasyonuna “Ermeni Yurdu” konusunda ısrar edilirse, müzakerelerin kesilmesi talimatı verilmişti. Dolayısıyla 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nda Ermenilerle ilgili özel hükümler bulunmamaktadır. Bunlardan 31. madde ile Türkiye’den ayrılan yerler ahalisinin iki yıl içerisinde Türk vatandaşlığını tercih edebilmesi, böylece ayrılan Ermenilerden isteyenin Türkiye’ye dönebilmesi olanağı tanınmıştır .
Genel af deklarasyonunun 6. maddesi ile dağılmış aileleri bir araya getirmek ve meşru hak sahiplerine kavuşmak imkanı verilmiştir. 65. maddede savaş başladığında, yabancı uyruğu olanlardan mallarına el onulan kişilerin mallarının iadesi öngörülmüştür. 95. maddede bunun için belirli bir de başvuru süresi tanınmıştır.
Osmanlı borçlarının nasıl tasfiye edileceği 46 – 63. maddelerde belirtilmiştir. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile Ermeni sorunu Türkiye sınırlarının dışındaki bir olay haline gelmiştir.
1923 yılında Lozan Barış Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin diş ilişkileri de normale dönmüş ve böylece Türkiye yıllardır savaştığı ülkelerle normal diplomatik ilişkilerini kurmuştur. 1925 yılına gelindiğinde Türkiye’nin normal ilişkiler içerisinde olmadığı tek ülke ABD idi. 1917 yılında kesilmiş olan Türk – Amerikan ilişkilerinin yeniden kurulması ve normale dönmesi 1927 yılı sonunu bulmuştur. Daha önce birbirleriyle savaşmamış olan Türkiye ile ABD arasındaki diplomatik ilişkiler on yıl boyunca kopuk kalmıştır. Bunun başlıca nedeni ABD’deki Ermeni gruplar ve destek verenlerinin yürüttükleri Türkiye karşıtı kampanyalar olmuştur. 1923 yılında Lozan Barış görüşmeleri sırasında Türk ve Amerikalı yetkililer arasında ikili görüşmeler yapılmış ve Barış antlaşmasının imzasından iki hafta sonra 6 Ağustos 1923’te Türk – Amerikan ikili antlaşmaları imzalanmıştı.
1923 yılında ABD ile iki antlaşma imzalanmıştı. Bunlardan birincisi Dostluk ve Ticaret, ikincisi ise Suçluların İadesi Antlaşmasıdır. Ancak bu antlaşmaların imzalanması ABD’de özellikle Amerikalı Ermenileri telaşlandırmış ve “Lozan Antaşması’na hayır” sloganı ile oldukça kapsamlı bir kampanya başlatmışlardır. Mütareke yıllan sırasında Türkiye’ye karşı düşmanca tavırlar sergileyen ve buna öncülük eden “Ermenistamn Bağımsızlığı için Amerikan Komitesi” (American Committee for the Independence of Armenia) adlı örgüt isim değiştirerek “Lozan Antlaşması’na Karşı Amerikan Komitesi” (The American Committee Opposed to the Lausanne Treaty) adını almıştır. 1923 yılında başlayan ve yoğun bir şekilde yürütülen kampanyalarla Lozan Antlaşması tartışmaları 1926 yılı sonuna kadar sürmüş ve nihayet 18 Ocak 1927’de Amerikan Senatosu Lozan Antlaşması’nı reddetmiştir.
1923 yılında ABD’de Lozan Antaşması’na hayır kampanyalanyla yürütülen faaliyetler 1923-1965 arasında da devam etmiştir. Bu yıllar arasında da Ermeni Propagandasına her ne kadar sessizlik hakim ise de, pasif olarak ta nitelendirilmeyecek bir dönem geçirmiştir. Bahsi geçen tarihler arasında okullar ve kiliseler hariç ABD’nin çeşitli eyaletlerinde 34 kuruluş ve bunlara bağlı yüzlerce büro kurarak Türkiye aleyhine çalışmalar yürütmeye devam etmişlerdir. 1923 – 1965 arası dönemde Sovyet Ermenistan’ın da ki Ermenilerle dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış olan Ermeniler adına iş gören Taşnaksutyun, Hmçak ve Eçmiyazin arasında ayrılıklar kendisini göstermiş ve aralarında mücadele etmişlerdir. Ancak, daha sonra mücadele programlarında bir takım konularda aynı tezleri savunmaya başlamışlardır. 1923 – 1965 arası dönemde birleştikleri noktalar şunlar olmuştur:
-Sovyet Ermeni Cumhuriyeti’nin içerideki rejimden ayrı bir şekilde ekonomi ve kültürünü pekiştirmek,
-Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan Ermenilerin milli duygu, din, kültür ve amaçlarını yaşatmak ve korumak,
-Avrupa devletlerinde ve Milletler Cemiyeti’nde Ermeni istek ve iddialarını sürdürmek ve bunun için her fırsatı değerlendirmek,
-Gerek Ermenistan’daki gerekse dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış olan Ermeni halkı ve göçmenleri için hayır kurumlarının yardımını sağlamak ve bunlara hemen her konuda destek çıkıp sahip olmak.
Taşnak, Hınçak ve Eçmiyazin mücadelesinde önceleri dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan Ermenileri yönlendirecek teşekkülün Taşnaksutyun olabileceği yaygınlaşırken bundan endişe duyan Ermeniler de olmuştur. Avrupa’dan artık destek alınamayacağını iddia ederek tamamen Rusya’ya yönelmeyi isteyenler olduğu gibi, Osmanlı Devleti’ndeki gibi terör hareketlerini Rusya’da tekrarlamanın ilkinde olduğu gibi ikincisinde de Ermenilere fayda sağlamayacağını öne sürenler olmuştur. Böylesi bir çelişki ve kararsız durum Ermenistan’ın ilk başbakanı Hovhannes Katchaznouni tarafından şöyle ifade edilmiştir:
“Araks ve Sevan arasında küçük bir topluluk ismen bağımsız, fakat hakikatte Rusya ‘nın özerk bir vilayeti. Artık ne Doğu Anadolu ‘da bir Ermeni yurdu, ne hükümet ve ne de uluslar arası bir Ermeni sorunu yok Bu sorun daha Lozan’da tamamen kapanmıştır. Artık Türkiye’nin doğu illerinde Ermeni yok Bundan sonra da olmaz. Türkler kapılarını sıkıca kapadılar. Bunu zorlayıp açtırmak için biz de kuvvet yok Bir milyona yakın nüfus. Ermeni Cumhuriyeti sınırları içinde. Bir milyondan fazlası da dışarıda ve çeşitli yerlere dağılmış bir haldedir. Ermeni Cumhuriyeti topraklarına dışarıda yaşayan Ermenilerden pek azı gelebilir. Çünkü evvela bölge çok dardır, sonra bunlar bulundukları yerlerde ticaret yaparlar, Ermenistan ‘da yaşayamazlar. Gerçi bir bakışta şöyle bir sonuca varabiliriz: Dışarıda yaşayan Ermeniler bizim için yararlı unsur sayılmazlar. Bunlar bugünkü durum sürüp gittikçe Cumhuriyetimizin üvey evladı gibidir. Taşnaksagan komiteciler, birlikte çalışmak için esasen ihtilalci Bolşeviklere yanaşmışlar ve fakat otüardan yakınlık görmemişlerdir. Rusya’da Çarlık hükümetlerinde, Osmanlı Devleti’nde Sultanın hükümetleri tarafından bizim arkamıza düşülmemiş ve hareketlerimiz takibata alınmamış mıydı? Yıllarca Türkiye ‘de yaptıklarımızı şimdi Ermenistan Cumhuriyeti ‘nde yapamaz mıyız?Kuşkusuz bunu da yapabiliriz: İran Karadağ ‘ında bir yuva kurabiliriz ve ondan da Aras nehrinin öte tarafına insan ve silah geçirebiliriz; gizli ilgiler kurabilir, silahlı çeteler saklayabiliriz. Sünik yahut Tarlakyazı Dağlarında, Sasun Dağlarında, Şatak tepelerinde ve buraların gidilmesi güç yerlerinde birkaç köyü isyan ettirmeye ve oralardaki Komünistleri ya dışarıya atmaya veya öldürmeye gücümüz yeter; sonra gürültülü gösteriler yapar ve hatta Erivan birkaç saatte herhangi resmi bir daireyi, vaktiyle İstanbul’da Osmanlı Bankası ‘nı ele geçirdiğimiz gibi işgal eder, şu veya bu daireyi havaya uçurur, örgüt kuran şahsi terörler yapan katliamlar düzenleriz. Sultan ve Çarın adamlarını öldürdüğümüz gibi birkaç Bolşeviği’de öldürebiliriz. Yıldız ‘da Sultan Hamid’e attığımız bombalar gibi Rus yöneticilerine de aynı şeyleri uygulayabiliriz. Fakat bütün bunları hangi amaçla yapacağız?
Osmanlı Devleti’nde bu eylemleri yaptığımız zaman Avrupalı büyük devletlerin dostça dikkatlerini üzerimize çekeceğimizi ve bizim için işe karışacaklarını biliyorduk ve inanıyorduk Şimdi artık böyle bir işe karışma yok, bir önemi de kalmadı ve bu gibi deneylere girişmemize ihtiyaç yok Eğer Müttefik Devletleri bizim Türkiye’den istediğimiz konularda bize yardım etmediler veya edemedilerse, artık daha fazlasını yapmak istemeyeceklerini anlamak gerekir. Bize şimdi Rusya’da yardım edemez. Bu nedenle işi Rusya’ya bırakmalıyız. Esasen Bolşevikler Ermenistan’ı istila etmemiş olsalardı, kendilerini biz çağırmak zorunda kalacaktık “
ilk Ermeni Başbakanı Katchaznouni’nin de ifade ettiği gibi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kabuklarına çekilen Ermeniler, İkinci Dünya Savaşına doğru / sırası / sonrasında yeni beklentiler içerisine girmişlerdir. Lozan Konferansı sırasında olduğu gibi, eski destekçilerine mektuplar, telgraflar göndermişler ve doğabilecek fırsatlardan yararlanmaya çalışmışlardır. Bu amaçla, ABD Başkanı Truman’a 23 Eylül 1944’te, İngiltere Dışişleri Bakanı Bevin’e 25 Şubat 1946’da Taşnak mensupları yeni mektuplar göndermişler, SSCB, ABD ve İngiltere Dışişleri Bakanlıkları ‘na 29 Mart 1946’da birer muhtıra vermişler, yine Stalin’e 24 Nisan 1945’te bir telgraf göndermişler ve biri 7 Mayıs diğeri 13 Haziran 1945’te olmak üzere San Francisco’daki konferansa iki muhtıra sunmuşlardır. 29 Mayıs 1945’te de Ermeni göçmenleri Meclisi Paris’te başkanları A. Çorbaciyan ve H. Samuel imzalarıyla dört büyüklere birer muhtıra vermişlerdir. 28 Mayıs 1945’te de Mısır’daki Ermeni Cumhuriyeti eski Başbakanı, Churchill, Stalin ve Truman’a birer telgraf göndermiştir. 6 Eylül 1945’te ise Taşnak lideri J. Missokian, Londra’daki Beşler Konferansı’na bir muhtıra vermiştir. Yine 1945 Aralık’ta yeni Ermeni Katagikosu bizzat Moskova’daki Dışişleri Bakanları Konferansı’na başvurarak “Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında uğradığı haksızlıkların giderilmesini ve Ermenistan dışındaki Ermenilerin ana vatana dönemlerinin teminini” istemiştir.
Ermenilerin yaşadıkları bütün ülkelerde yürütülen bu faaliyetler, Tharassian’ın ifadesiyle, bu yeni sıçrayış, ve uluslar arası kuruluşlara yapılan yeni müracaatlar, Sovyet basın – yayın kuruluşlarınca da desteklenmiş ve Rusya’nın 20 yıllığına imzaladığı 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’nın süresinin sona ermiş olmasıyla, Rusya’nın Boğazlar ve Doğu Anadolu’dan imtiyazlar ve toprak talebiyle birlikte mütalaa edilmiştir. Bu ve bunu izleyen müracaatlarda da Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı sırasında olduğu gibi rüzgar ekip fırtına biçmişlerse de, Ermeni meselesi’ni yine dünya kamuoyunun önüne getirmişlerdir. 1915 yılındaki sevk ve iskân olayını Ermeniler, büyük bir soykırım felaketi olarak göstererek Ermeni halkını bunun çevresinde birleştirme yolunu seçmişlerdir.